Liyakat!
Liyakat!
Bir zamanlar, bir insanın hak ettiği yere gelebilmesi için bilgi, tecrübe ve yetenek en önemli kriterlerdi. Çalışmak, bir adım öne çıkabilmek için en değerli sermayeydi. Ancak son zamanlarda, bu gerçekler, yerini sahte tebessümlerle örülü, menfaat dolu ilişkilerin karanlık oyunlarına bıraktı. Artık hakkıyla, emeğiyle değil; riyakârlıkla yol alanlar zirvede. Olayın acı tarafıysa, bu oyunun seyirci değil, oyuncusu olan yöneticiler... Ve bu düzenin adı, bizce, “Riyakat! Düzeni.”
İş dünyasının, siyasetin ya da herhangi bir kurumsal yapının derinliklerine indiğinizde, bazı kişilerin nasıl olup da hiç hak etmedikleri pozisyonlara getirildiğini görürsünüz. Şaşırır mısınız? Belki bir zamanlar evet. Ancak artık bu durum, garip olmaktan çıkıp, normalleşti. Düşünün ki birisi, hak ettiği için değil, sadece doğru zamanda doğru yere “oyalanmayı” bildiği için koltuk sahibi oluyor. Bilgiye, deneyime gerek yok. Yeter ki kimlerin önünde eğileceğini bilsin, hangi kapıya ne kadar yüzsüzce dayansa da yüzüne bir gülücük yerleştirmeyi becersin. İşte bu, riyakatin zirveye taşıdığı başarı hikayesi!
Bu süreçte, yöneticiler de aslında bu oyunun en kritik aktörleri. Kendileri de “yukarıdakilere” oynamış, yolu öğrenmiş kişiler. Onlar için sadakat, deneyimden; çıkarlar, yetenekten daha değerli. Asıl sorun burada başlıyor: Onların gözünde artık liyakat, bir kenara itilecek eski bir değerden ibaret. Onun yerini "benim adamım" anlayışı almış durumda. Böyle bir düzen içinde hak eden değil, hak yiyen yükseliyor.
Kimdir bu yeni düzenin “başarılı” insanları? Onlar, ne işin hakkını verir ne de başkalarının emeğine saygı duyar. Onların tek bildiği, hangi makam sahibinin önünde nasıl eğileceğini, hangi maskeyi ne zaman takacağını bilmektir. Birilerini yüceltirken, arka planda daha güçlü eller tarafından sahnelenen bir oyunun parçasıdırlar. Bu riyakat düzeninde, sadakat yeminleri ederken, aslında adaletin boğazına bir ip daha geçiriyorlar.
Ancak unutulmamalı ki bu oyunun kaybedeni sadece hakları gasp edilenler değil. Toplumun kendisi de kaybediyor. Çünkü her hak edilmeyen terfi, her koltuk işgali, sadece bireylere değil, o kurumlara, o sistemlere ve en nihayetinde o ülkenin geleceğine zarar veriyor. Bilginin, yeteneğin, tecrübenin yerine riyakârlık geçtiğinde, gelişim yerinde saymaya başlar, en parlak zihinler körelir ve adalet yerini sessiz çığlıklara bırakır.
Oysa bir toplumun ilerleyebilmesi, güçlenebilmesi, hak edenin hak ettiği yere gelmesiyle mümkündür. Bunun aksi, yavaş ama kaçınılmaz bir çöküşü beraberinde getirir. Riyakârlar zirveye çıktıkça, aslında sadece kendi sonlarına daha hızlı koşarlar. Ancak bu esnada arkasında bıraktıkları enkaz, koca bir toplumu sürükler.
Belki bir gün, bu düzen değişecek ve “liyakat” sözcüğü, yeniden o eski onurlu anlamına kavuşacak. Ancak o güne kadar, bu maskeli balo devam edecek gibi görünüyor. Ve bizler, her gün daha da uzaklaşan adalete bakarken, sadece sormakla yetineceğiz: "Ne zaman hak edenler, hak ettikleri yerlere gelecek?"
Görüş ve düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın, birlikte daha fazlasını başaralım.
Saygılarımla…
Doç. Dr. Alper POLAT
0 Yorum